Sevgi Üzerine..
Sevgi yerkürenin hakkında en çok konuşulan ama en az yaşanan duyumsamasıdır. Her yerde onun eksikliğinden bahsedilir. O olmada bir çok problemin çözüme kavuşturulamayacağından eminizdir. Sevgi neredeyse, orası çiçek açacaktır. Ancak sevginin neye benzediği, onu nasıl ifade edeceğimiz ve nasıl yaşamsal kılacağımızla ilgili kafalarda bir o kadar karışıktır. Sevgiyi temenni etme konusunda çok iyi olduğumuzu görebiliyoruz. Fakat daha ötesine geçebilme noktasında da bir o kadar kötü görünüyoruz.
Şimdi sevgiyi ilgiyle karıştırma ihtimaliyle karıştırmamız çok yüksek. Dışarıdan gelecek bir ilginin sevildiğimizi hissetmemiz için bir ölçek kabul edildiğini onaylamak isteyebiliriz. Bu da bizi sevginin takınılan bir tutum olduğu izlenimine götürebilir. Bu noktada ‘öyle değilmiş’ sorusu aklınıza geliyor mu? Genellikle cevap bu yoğunluktadır. Yıllar içinde bu duyumsama üzerinde oldukça kafa yoruldu ve belirgin bir kanaatimi sizlerle paylaşayım:
Sevginin varlığı ve daha yaşanabilir bir dünyayı bir potada eritebileceksek “Sevginin varoluşsal bir duyumsama olduğunu ve hiçbir koşula ve göstergeye bağlı olmadan yaşamsal kılınabileceği anlayışını temel alabiliriz.” Eğer tüm varoluş sisteminin görünmeyen alan iletişiminde yapıtaşının sevgiyle oluştuğunu kabul eder ve bunu odağımız yaparsak gerçekte bir şeyleri değiştirme şansına sahip olabiliriz.
Tüm bunları anlamadığımızda görünenin bizi ikna edebildiği bir düzlemde hiç de gerçekliğe dönüşmeyecek bir sevgi icat etmeye meyil gösteririz. Sürece aracılar koymak kaydıyla sevgiyi iletmeye ya da anlamaya çalışırız. Ancak görünen bir nesne ve materyal sevginin ifadesine dönüşebilecektir ki ‘yanağa kondurulan içtenlikli bir buse’ neredeyse anlamsızlaşır ve azımsanır. Tek taş bir yüzük ise çok güçlü bir göstergedir artık. Bunu baz alır ve sevilip sevilmediğimiz buna göre derecelendiririz. Biraz reklam, biraz çevresel bakış bizi bizden alır ve bu süreci kaçınılmaz ürülerine dönüştürür.
Sonuç olarak, tek taşı taksanız ya da alsanız bile yarın yine sevginin eksikliğini hissetmeye devam ederiz. 14 Şubat günü bir partneriniz yoksa bile sevgiyi kendinize sevgi yapabilir varlığınızı onurlandırabilirsiniz. Partneriniz varsa da bir busenin içtenliğine teslim olabilir, paylaşmanın yüceliğini hissedebilirsiniz. Tüm bunların üzerine hala tek taş almak istiyorsanız sorun yok. Tabii ki alın. Ancak ruhunuz bununla ilgilenmez. Sevgi başka bir şey… Bunu hatırlamanız ve sevgiyle sevgili olmanız temennisiyle.



Biyosferde yaşayan tüm organizma, canlılar işbirliği içerisinde. Dengeyi korumak için çalıyorlar. Sadece insan bu bütünlüğün içinde değil. İnsan olarak bizler, bu bütünlüğü bozmak için çalışıyoruz. Bir bütün içinde yaşadığımız hatırlamak önceliğimiz olmalı artık. Nihayetinde bizler ölümlü varlıklarız. Bunu bilerek hem kendimizi yeniden anlamak için yola çıkmalıyız ve bunun çok önemli bir parçası da bütünü koruma konusunda yeniden ortaya niyet koymamız gerektiğidir.
Öncelikle, kolaycılık, konfor ve lükse ulaşabilmek adına abartısı yerleşik bir zihne dönüşmüş simgeleri ve rolleri yeniden sorgulamaya açmalıyız. Cinsel istismar noktasında bu rol tanımı Anne/Baba’lığa atfedilebilir. Buradaki temel nokta kutsanmışlık ve bu çerçevede peşin kabullerin anlayış üzerinden dönüştürülmesi olmalı. Nihayetinde insan denen varlık dürtüleriyle hareket eder. Sıfatı Anne veya Baba olması onu otomatik kusursuz yapamayacağına göre kutsal da yapamaz. Buradan başlanabilir, daha ötesinde suyun başını tutmuş her bir rol, konum ve abartılı güç atfedilmiş simgeler ters yüz edilerek devam edilebilir. Şüphesiz acil müdahale gerektiren durumlar mevcut ve bu noktada ne gerekiyorsa yapalım… Ancak kalıcı çözüm için aksiyon almayı geciktirmeden aynı zamanda devreye sokalım derim.
Önce cinsel istismar hakkında bir şeyler söylemeli. Çünkü gündemimiz bu yönlü istismarı bizlere tekrar hatırlattı. Ancak çocukları maniple etmek sadece cinsel yönelimle değil, birçok yönüyle anlaşılmalı. Abartılı ebeveyn rolüne kendisini kaptırmış Anne/Baba’lık modellerinin gittikçe yaygınlaşması, onaylanma ihtiyacı gereği iç değerler yerine dış kaynaklardan devşirmeye çalışmak ve tribünlere kulak kabartmanın sonucunda çocukların benliklerini istila ettik. Bana göre bu durum, tüm istila ve istismarların tabanını oluşturuyor. Çünkü inancım, “İstila eden, istila eder” gerçeğine dayanır. Bu bir viral etkidir. Dolayısıyla… İç dünyamızda olup bitenler, dış dünyanın sonuçlarına dönüyor. Yetişkinim ve hatta adamım diye ortada dolaşan bazı acizler sınır tanımadan cinsiyetlerini onaylatmak için oyun alanlarını çocukların çevresine kuruyorlar. Aile sıfatı ile veya Anne/Baba modeliyle tanımlanan bazı yetersizler ise bu oyunun kurulmasına çanak tutuyorlar ve hep beraber çocukların üstüne çullanıyorlar. Din, ahlak, gelenek vb. bu işi açıklamak ve mazur göstermek için çatı olamaz. Bu bir ticaret, et pazarı, bozuk bir maya, korkunun hükümdarlığı veya sevgiden yoksunluk…
Anneler için söylüyorum; çocuklarınızla olan ilişkiler, eşinizle olan ilişkiler, iş ilişkileriniz vs. ilişenin kim olduğuyla ilgili bazı dinamikleri anlamalısınız. Hayattan sapma noktalarınız, yönelimleriniz, bağımlılıklarınız diyelim, yaşayamadığınız yerlerde aracılar kullanırız. Kesinlikle böyledir. Hepsi aslında ilişkilerden sapmalardır. İlişkiden kaçmaktır yada ilişkiyi bulma isteğiyle alakalıdır. Çünkü temelde ortada tam ne yaparsanız yapın, kendinizle olan ilişkiniz vardır.
Düşük, aciz hissedenlerin kaynadığı bir yerküre tüm pisliğini geriye kusuyor. Hayatlarımızın üstüne boca ediyor tüm pisliğini. Bu durum sadece bugünün davası değil. İlmek ilmek işlendi yüzyıllar boyunca. Nihayetinde boka battık hep beraber. Bakmayın siz o anla şanla boyanmış statülere, medeniyet söylemlerine, çağdaşlık naralarına… Localardan localara, üst perdeden konuşanlara, itiraf edemeseler de onlarda düşük ve aciz hissediyorlar. Bir şeyler yapılıyormuş gibi verilen görüntüler, acı veren iç dünyalarından kaçınma salvosundan başka bir şey değil.